Nüzhet... Müştak.. Fatih.. Aşk.. Ölüm.. Kafamda dönüp duruyor şuan. Belki de hiç uyumamış olduğumdan belki de bu kitabın ağırlığından...
Karmaşık bir kitaptı öncelikle fakat tatmin edici değildi. Tarih öğretmek için zorlanmış gibiydi, belki de Fetih 1453 ün arkasından yazılarak onun oluşturduğu dalgada satışları arttırılmak istenmişti. Neden derseniz anlatılan fetih hikayesi filmdekiyle aynı. Bu yüzden okurken filmi tekrar izliyormuş gibi oldum farklı bir yorum görememek beni sıktı sanırım. Ha tarih bu nasıl değiştirsin derseniz, kamera mı vardı da aynı sahneler tıpatıp anlatılır.
Ayrıca kitap anlatım olarak yine de Ahmet Ümit kalitesini barındırıyor. Kitap her zamanki Ahmet Ümit tarzıyla 2 li olarak ilerliyor, Bir Müştak Serhazin'den gidiyor, bir Fatih'ten. Cümleler doğal, gerçekten o an söylenmesi muhtemel kelimeleri seçmiş, fazla edebiyat yapmamış. Fakat bi tutukluk var romanda, başından sonuna hiç açılmayan, insana sürekli "Nerede İstanbul Hatırası" dedirten, "Eee geç bunları kim öldürmüş olaya gel" dedirten bi hava hakim.
Komiser Nevzat kitapta hiç etkin değildi, belki de buna sinir oldum. Ya da ben galiba Müştak'ı hiç sevmedim. Ya da bu kitabın polisiyesi az gelmiş ;)
Bilmiyorum ama kitaba adını veren baba oğul katilliği meselesinin de doğruluğu kesin değilken bir romana konu edilmesini doğru bulmadım ne de olsa bizim milletimiz tarihi okumadan dizilerden filmlerden en iyi ihtimal romanlardan öğreniyor. Gerçek tarih kitapları ise kütüphanelerde tozlanıyor.
Kitabın sonu hiiiiç tahmin etmediğim, bitmesi de en istenmeyecek şekilde bitti. Olaylar çok çabul çözüldü. Off boşuna mı okudum yani bile diyebilirsiniz, benden söylemesi...
Yine her tarih romanı gibi, yine Ahmet Ümit sevgimden, tavsiye edilir...
Arka Kapaktan
"Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?"
Ahmet Ümit'in Nisan ayında yayınlanacak romanı Sultanı Öldürmek bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?
"...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."
Ahmet Ümit, kusursuz bir kurguyla ele aldığı bu cinayet-aşk-tarih örgüsünde edebiyat okurlarının gözündeki ayrıcalıklı yerini bir kez daha sağlamlaştırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder